DÜĞÜNÜNE BENİ ÇAĞIRMAYI UNUTMA
Kim bilir hangi şehirdesin şu an? Kim var yanında? Yalnız mısın, evli çoluk çocuğa karışmış kalabalık bir aileyle mi birlikte? Zaman öyle çabuk geçiyor ki, bazen geçmişi düşünmeye bile gereksinim duymuyor insan. Eski fotoğraflara baktım bu hafta hep. Gülüyorum her pozda ben, çok da zayıfım… Sen geldin sonra aklıma, baktım hep bir hüzün, bir durgunluk var .”Ben miydim? “ diye düşündüm bu halde olmasına sebep.
Beni ne çok sevdiğini anımsadım sonra. Ne çok büyüttüğünü gözünde… Kıyamıyordum sana, üzülmesini istemiyordum en çok sevdiğim arkadaşımın; ama senin duyguların benimkinden çok farklıydı. Kaç kez susturmak istedim seni sevgini ima eden konuşmalarında, öylesine sevecen öylesine kendini kaptırmıştın ki yıkmaya kıyamadım hayallerini.
Hep Metin’le dertleşirdik sen yokken.”Metin bu iş olmaz, anlat… Ben onu sevmiyorum yani seviyorum da bir arkadaş olarak .” derdim. Söyleyemezdik durumu ikimiz de uygun bir zaman bulup. Sen grupça yaptığımız her çalışmada bana yakın olmak için çaba harcarken ben daha da kahrolurdum. Genel konuşmalarımızda ima ederdim okuldan biriyle evlenmeyi düşünmediğimi ya bu da kocaman bir yalandı aslında. Ben de o zamanlar birini öyle seviyordum ki tıpkı senin beni sevdiğin gibi. O da ilgisiz değildi bu aşka. Ancak ikimizin de arkadaşıydın ve senin bana olan sevgin o kadar büyüktü ki biz aşkımızı yaşayamıyorduk sırf en yakın arkadaşımız üzülmesin diye. Ve uzaklaştık günden güne birbirimizden… O beni bu kadar çok seven sana bıraktı , bense and içtim okuldan kimseyi sevmemeye, evlenmemeye.
Sen benim kimseyle çıkmayışımdan o kadar memnun oluyor ve bana her geçen gün daha da bağlanıyordun ki seni her görüşümde kendimden nefret ediyordum. “Neden diyordum beni bu kadar seven birini sevmiyorum?” cevapsız kalıyordu tüm sorular… Sana olan hislerim hiç bir zaman aşk boyutunda olmadı, olamadı.
Oysa biliyordum çok hasta olduğum hafta yapamadığım ev maketini yapıp, hocaya götürdüğünü, benim için not aldığını ve o evi bana hediye ederken ne hayaller kurduğunu. Küçücük , kırmızı damlı, bahçeli bir evdi hayalin…Teşekkür bile edemeyişim bu inceliğine, ne diyeceğimi bilemeyişimdendi.
Ve sonunda acı çekeceğini bile bile bana aldığın doğum günü hediyesi olan gümüş bilekliği reddederken gerçekleri açıkladım sana… O anki yüz ifaden öyle yaralamıştı ki beni okulda duramadım. Olcay’la birlikte dersi kırıp dışarıdaki soğuğa aldırmadan yürüdük tüm şehri baştan başa. İki kız hiç konuşmuyorduk ama anlıyorduk birbirimizi. Sıkıca tutmuştu ellerimden “Üzülme senin suçun değildi, zorla olmazdı.” Dedi ve sarılıp ağladık. Aslında o an çıkmazda olan bendim, senden çok kendimeydi akıttığım gözyaşlarım…
Yaşadığım olaylarla insanların samimiyetsiz ve ikiyüzlü olduklarını anladım on dokuzlu yaşlarımda. Günlerce konuşmadın benimle gerçekleri bilmediğin için. Ama biliyordum ki uzaktan bana bakan o bir çift göz hep senindi… İnmiyordum her zaman oturduğumuz yemekhanenin soğuk salonuna, sırf sen üzülmeyesin diye. Oysa senin görmemen gereken sadece bendim, bense yok sayacaktım iki bedeni, iki farklı sevgiyi, iki arkadaşlığı.
Ve bir gün seni birinci sınıflardan bir kızla gördüm… Kantine giriyordunuz, beni görünce daha bir sokuldun ona. O kadar sevindim ki tebrik etmemek için zor tuttum kendimi. Hemen Olcay’ a koştum “ Biriyle gördüm birinci sınıflardan, mutluydu “ dedim dans ederek zıpladık, ikimiz de çok sevindik. Ben o gün uzunca bir aradan sonra ilk kez yemekhaneye indim akşam grubumuzla oturmak için geç saatlerde… Artık beni unuttuğuna emindim, göz göze geldik sen başını çevirdin… Bense kaldım, kala kaldım öylece… Bir şey diyemedim , seni mutlu görmekten mutluydum ama bunu bile ifade edecek söz bulamıyordum.
Hiç konuşmuyordun son zamanlarda, küsmüştün benimle ve durgunlaşmıştın yaşadığın sevgiye rağmen. Ben de konuşmuyordum onunla, yok sayarak her şeyi, durgunlaşmıştık üçümüz de… Lakin hiç birimiz dillendirmedik yaşadığımız duyguları… İçimize gömdük ve zamanla unuttuk diyemesem de unutmuş gibi davrandık bu aşk üçgenini.
Okulun bittiği gün yanıma gelip vedalaştın. “Senin gibi biriyle onca zaman neden küstüm bilmiyorum, hala acıyorum senin dostluğun olmadan geçen bir yılıma. Beni affedebilecek misin yaptıklarım için? ” dediğinde ağlamak üzereydim. “Asıl sen beni affet seni sevemediğim için…” diyemediğimden sustum ve gülümsedim. Tokalaşıp ayrıldık.
Biz bir gün sonrasına almıştık biletlerimizi yer bulamadığımız için. O akşam bir grup arkadaş oturduk, “O” da bizimleydi. Her zamanki şaklabanlığıyla ortalığı kırıp geçiriyordu. Bir ara masada yalnız kaldık; bana “Nüfus cüzdanını ver ve bir şeye karışma .” dedi. Anlamazlıktan geldim ve sustum… “Demek istediğimi anlayacak kadar zekisin ya bugün evet de ya da…” Sustu… Konuşamadım, konuşamadı…
İyi geceler dileyip odama çıktım, karmakarışıktım… Ama yapamayacaktım, evlenemezdim onunla. Ertesi gün kahvaltıda buluştuk grubumuzla, yüzüme baktı , cevap bekliyordu. Uykusuzdum, halsizdim, konuşmuyordum. Hiçbir şey yiyemiyordum…Anlamıştı bütün gece uyumayıp iç hesaplaşma yaşadığımı… Sustum, o da sustu ve kalktı gitti.
Otobüs terminaline uğurlamaya geldi tam arabanın kalkmasına yakın... Yine anlamlı anlamlı bakıyordu ve son bir cevap bekliyordu benden…Gülümseyerek “Beni düğününe çağırmayı unutma! “ dedim. Bana sıkı sıkı sarıldı ve “Merak etme bir gün evlenirsem bunu öğrenecek ilk kişi sen olacaksın!” deyip bir dakika diyerek koşarak uzaklaştı. Döndüğünde elinde bir Cumhuriyet gazetesi ve bir adet salatalık vardı. “Bunlar ne? “ dedim, “Gazeteyi okursun, buna baktıkça da bu hıyarı hatırlar ağlarsın .” dedi. Güldük…
Otobüs hareket ettiğinde gazeteyi okumadım, okuyamadım. Ama göz yaşlarımın akmasına da engel olamadım… Yeni bir yaşama ,yeni umutlara doğru bir yolculuktu başlayan.
HATİCE ERDEMİR KUZU
|